Dünya

Ruhunuzda şiir taşıyan bir roman

‘Gözler, Kanatlar, Çiçekler, Kuyruklar’ şiiri ruhunuzda harekete geçiren bir roman. İçten söylüyorum çünkü bu doğrudan şiirsel bir dille yazılmış bir roman değil. Büyülü gerçekçilik ve bilinç akışı teknikleriyle yazılan metinlerde alışık olduğumuz “şiir anlatmaz, çağrıştırır” sözünün kapsamını genişleten bir dil ustalığının romandaki vücut bulmuş halidir. .

Kitabı elimize alır almaz kendimizi kısa sürede Random’ların yaşadığı distopik bir ortamda buluyoruz. Yakında Luce ve Kara ile tanışırız. Luce, cildinde süt kanallarını andıran bir bezeme ile doğmuş bir kızdır. Korktuğunda ya da heyecanlandığında derisinde bir volkanınkine tıpatıp aynı olan bir parıltı belirir.

Mavi parıldayan bir volkan aslında bir volkan olabilir veya gerçeğin bir metaforu olabilir. Çünkü yanardağdan kurtulanlar orada yaşıyor. Burası ölülerin ölmeden önce bulundukları ve hayatta kalanların en başından beri onların vatanı olduğu bir yer. Bu durum ağır bir gidememe, daha doğrusu sıkışıp kalma hissini içerir. Muhtemelen, gidecek hiçbir yer olmadığı içindir, kim bilir. Yanardağ’da işçiler dünyanın donup kuruyan gözyaşlarını tutundukları yerden kazıyarak topluyor, kilolara satıyor ve böylece hayatta kalıyor. Yerden kazınan şey, gözyaşı; kurumuş gözyaşı Ve hayatta kalanları tam zamanında hayatta tutan tek şey gözyaşlarıdır.

Deniz Gezgin, romanın daha ilk sayfalarından itibaren bizi bir peri masalı diyarının içine çekiyor. Bizim de kalbimiz kırıldı ama gidemiyoruz; Kitabı bitirmeden elimizden bırakamıyoruz. Hem merak kesintisiz devam ediyor hem de nakışlarla bezeli dili büyülü bir diyarda gezinmemizi sağlıyor. Bir şiiri okurken sevdiğimiz dizelerin altını çizeriz. Olay örgüsü kurgu çerçevesinde gelişmez, anlatım dilinin büyüsü öykünün akışını ve olay örgüsünü kavramamızı sağlar. Sanki okumuyoruz ama sürükleniyoruz!

Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar, Deniz Gezgini, 96 sayfa, Can Yayınları, 2023.

ŞİMDİ KİM KİMİ TUTACAK?

Kara, Ev’de çıkışı olmayan, ziyaret edilmeyen, sorulmayan bir yerde (yanmış bir ormanın kül çukurunda) tutulan bir çocuktur. Burada olduğu için mi korkuyor? Kara’nın bu kadar asi ve yaramaz bir çocuk olmasına rağmen içten içe korktuğunu düşünüyorum. Muhtemelen, diğer çocuklar korkmuyor. Çünkü “Korkuyu yenmek ancak onu unutarak mümkündü” cümlesini Söz Yuva’dan söylendiği anda okuruz. Kara hiç korkmuş görünmüyor ama bulduğu ilk delikten çıkmaya çalışacak kadar cesur ve meraklı. Dış dünyayı merak eden; dış dünya hakkında hiçbir fikri olmamasına rağmen. Ve gerçekte ya da rüyada delikten çıkar. Ne fark eder? Kara, ömrünün sonuna kadar burada, her daim kül olan bu yerde kalma korkusunu yenebilseydi, belki de endişesini unuturdu, gitmeye cesaret edemezdi.

Ne de olsa diğer çocuklarla birlikte dolaşmaya çalıştıklarında Kara, yanlarını kaybetmekten korkan çocuklara “sadece dolaşacağız” demişti. “Yönlendirmeye ihtiyacımız yok!” Romanın ilerleyen bölümlerinde Kara’nın da benzer bir duygu içinde olduğunu, yolunu kaybetme korkusu ve kaygısını yaşamadığını görürüz. “Gidecek bir evi yok ki yolunu kaybetmiş.” Ve Siyah kendi kendine fısıldıyor: “İşte dünya!”

Ama nasıl bir dünya? Bir zamanlar büyük fırtınalar yaşamış, ses taşıyan koridorları olan ve rüzgarın canlı ve cansız diye ayırmadığı bir dünya. Mevt, o alemde imkansızı uyandıran, yağmur, şimşek gibi bir şeydir. Kuyruklar, yıldızlar, kemikler, ışıklar, sular, volkanlar, her şey kendi uzayında durmaksızın hareket ediyor. Gerçeklerden kaçarak Siyahların özgürlüğüne kavuşan biri olan Luce, aslında orada, Siyah’ın ulaşabileceği bir yerdedir. İşte onlar bu dünyada.

O çocuklar, o nurlu meyveler, yosunlu kayalar, yere değen burçlar ve topraktan kurumuş yaşları toplayan o işçiler… Ve altını çizdiğim onlarca, yüzlerce cümleden biri: Şimdi kim kimi örtecek?

Romandaki figüratif dil, bizi hem masallara, büyülü bir anlatıma, hem de şiirin metaforik dünyasına taşıyor. Nietzsche geliyor aklıma. Gerçekliği metaforik bir düzlemde yaşadığımızı, bildiğimizi metaforik olarak bildiğimizi söyleyen Nietzsche. Yani ‘Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar’da okuduğumuz her şeyi çabuk anlarız, çabuk biliriz, çabuk hissederiz. Muhtemelen bunun nedeni, açıklanan her şeyin aslında bilişsel bilinçdışımızın bir parçası olmasıdır. Yani Kara’nın “İşte dünya!” Söylediklerine yabancı değiliz, çünkü o içimizde bir dünya.

Belki de hepimiz bu dünyanın “tamamlanmamış fosilleriyiz”.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu